30 Kasım 2010 Salı

Karun'u yerle bir eden günah


Müslümanlar için ibretlik bir hadise olarak din kitaplarına intikal eden bu olaya sizde çok şaşıracaksınız. Musa Aleyhisselam'ın amcasının oğlu, bir rivayete göre eniştesi de olan Karun, Hz. Musa'ya samimi olarak inanan, gündüzleri oruç tutup geceleri ibadet eden, fakir bir kimseydi. Daha sonra çok zengin oldu. Dilimizdeki “Karun gibi zengin” sözü onunla ilgilidir.
Rivayete göre, Karun'un sadece hazinelerin anahtarları 70 ve 100 deve yükü idi.
Önceleri ibadet ve itaatına düşkün olan Karun, zengin olunca maalesef ibadetlerini önce gevşetmeye daha sonra da ihmal etmeye başladı. Kendisi çok aşırı bir zengin olduğu için, Hz. Musa ona Allah'ın emri olan zekat vermesini hatırlattı.
Karun'u yerle bir eden günah

Karun zekatını hesap edince, önüne büyük bir rakam çıktı. Bunu vermek istemedi. Musa Aleyhisselam kendisine ne kadar nasihat ettiyse de hiç kar etmedi. Zekat diye bir şey kabul etmiyordu.
Hatta Musa Aleyhisselam'a karşı gelerek, kendisinin haklı olduğunu isbata çalıştı. Hz. Musa'yı söz düellosuna çağırdı. Karşılıklı konuşalım, kimin haklı olduğu ortaya çıksın diyordu.
Bir taraftan böyle söylerken bir taraftan da fahişe bir kadını kandırdı. Ona bol mal vermeyi vadederek Hz. Musa'ya iftira etmesini teklif etti. Kadın da mal ve paraya tama ederek kabul etti. Hz. Musa konuşurken müdahale edilecek ve o kadınla zina ettiği söylenecekti.
Musa Aleyhisselam konuşma sırasında "zina edenlerin taşlanarak öldürülmesi gerektiğini" söylediği sırada, Karun müdahale etti. Dedi ki: - Ya Musa sen de zina etsen bu ceza sana da tatbik edilecek mi?
Hz. Musa, kim suç işlerse işlesin bu ceza ile cezalanacağını söyledi. Bunun üzerine Karun: - Ya Musa, sen işte şu kadınla falan vadide zina etmişsin. İstersen kendisi söylesin, hatta karnındaki çocuk da sendenmiş, dedi.
Kadının konuşması için fahişeyi ayağa kaldırdı. Fahişe, kendisine anlatılanları konuşmak üzere ayağa kalktı. Allah'ın bir hikmeti olarak, Musa Aleyhisselam'a iftira edeceği yerde, doğruyu konuştu:
- Ey İsrail oğulları! Hz. Musa'nın bundan haberi bile yoktur. Karun, bir çok mal vermek vadiyle Musa'ya iftira etmek için bana teklifte bulundu. Musa Allah'ın peygamberidir. Ona bu iftirayı atmaktan Allah'tan korkarım.
Musa Aleyhisselam, bunun üzerine celallendi. Karun'a: - Ey Allah'ın düşmanı! Bunları, zekat vermemek için mi yapıyorsun? Beni mahcup etmekle gayen nedir? dedi. Daha sonra Hz. Allah'a iltica ederek:

Karun'u yerle bir eden günah

- Allah'ım, Karun'un yaptıklarını sen biliyorsun, dedi ve onun aleyhinde duaya başladı. O sırada Cebrail Aleyhisselam: - Ya Musa, Allah yeri senin emrine verdi, dedi. Musa Aleyhisselam da yere emrederek şöyle buyurdu: - Ey yer, bunu yut.
Toprak, bunun üzerine Karun'u önce dizlerine kadar, sonra yavaş yavaş tamamen yutmaya başladı. Karun bu arada Musa Aleyhisselam'a yalvardıysa da Hz. Musa hiç aldırmadı. Böylece, adamlarıyla beraber gömüldü gitti.

Karun'u yerle bir eden günah

Bundan sonra Hz. Allah Musa Aleyhisselam'a buyurdu ki:
- Ey Musa, Karun sana dört defa yalvardı, sen kabul etmedin. Bana hiç yalvarmadı. Eğer bana bir defa yalvarsaydı, ben onu affederdim.
Bu, Allah'ın rahmetinin genişliğini anlatır. Karun toprak tarafından yutulduktan sonra, bazıları konuşmaya başladılar:
- Musa, Karun'un mallarını ele geçirmek için onun aleyhine beddua etti ve mallarına kondu.
Bunu duyan Musa Aleyhisselam: - Ya Rabbi, onun mallarını da yere batır, diye dua etti. Karun'un malları da yere battı.

GöbekliTepe – Dünyanın en eski tapınağı


Şanlı Urfa’ya yaklaşık 20 km. kadar uzaklıkta olan Göbekli Tepe bundan tam 12.000 yıl önce inşa edilmiştir. Dünyanın ilk tapınağı olan bu yer, dünya arkeoloji tarihini değiştiren bilgiler içermektedir.
1995 yılında Alman arkeolog Prof. Klaus Schmidt tarafından Şanlı Urfa’da yapılan kazılarda bir tepe üzerinde inşa edilmiş yuvarlak biçimli bir yapı bulunmuştur. Yapılan araştırmalara göre bu yapılar yerleşim amaçlı değildir.Toplam 20 adet yuvarlak bu yapılar, tarihin ilk tapınaklarıdır. Henüz 6 tanesi ortaya çıkarılan bu tapınaklarda, T biçiminde sütunlar etrafını çevrelerken, ortada iki t biçiminde sütun karşılıklı durmaktadır.


Boyları yaklaşık olarak 3-6 metre arasında olan bu sütunların birer insanı tasvir ettiği düşünülüyor. Sütunlar üzerinde bulunan insan ve hayvan figürleri ise bizi çok şaşırtıyor. Taşlar üstünde üç boyutlu olarak yapılan tasvirler, yan taraflarından inen aslan figürleri gerçeğine çok yakın bir teknik ile işlenmiştir. Araştırmalarda binlerce ton toprak ile kapatıldığı anlaşılan bu yapılar nasıl oluyor da hiç bozulmadan günümüze kadar gelmiştir sorusu halen arkeologları şaşırtmaya devam ediyor. Peki, Göbekli Tepe neden gömüldü?

Bundan tam 12 bin yıl öncesi, Dünyanın taş devrinde yaşadığı düşünülürse, ilkel el aletleri ile bu yapıların yapılması imkansız duruyor. T biçiminde ki her sütun yaklaşık olarak 40-60 ton arasında değişiyor. Ayrıca taşlar üstünde ki üç boyutlu heykeller, çizimler o dönemde tarımı bile bulmamış bir insan topluluğu için imkansız gözüküyor. İşte, bu nedenle Göbekli Tepe, dünya tarihini değiştirecek yer diye dünyada lanse ediliyor.  Bütün arkeologlar dünya tarihi Göbekli Tepe ile yeniden yazılacak diyor.

Göbeklitepe Höyüğü, Güneydoğu Anadolu’da bir tepe üzerine kurulu Cilalı Taş Devrinden kalma mabet.

1963′te fark edilen dokuz hektarlık kazı bölgesinin önemi yaklaşık 10 yıl kadar önce tarlasını karasabanla sürerken bulduğu oymalı taşı müzeye götüren Mahmut Kılıç sayesinde anlaşılabilmiştir.

Şanlıurfa’ya 20 km’lik bir mesafede, Örencik Köyü yakınlarındadır. 1995 yılında ilk kez Alman Arkeoloji Enstitüsü ve Şanlıurfa Müze Müdürlüğü’nün işbirliğiyle kazı çalışmalarına başlandı. Kazılar Alman arkeolog Doç. Dr. Klaus Schmidt’in başkanlığında yürütülmekte olup, her yıl eylül ve ekim aylarında 10 haftalık bir süreç içinde yapılmaktadır.

Günümüze kadar yapılan kazılar sonucunda bir Cilalı Taş Devri yerleşimi olduğu anlaşıldı. Tarihi MÖ 11 binyıllarına uzanan, tapınma amaçlı törensel alanlara ait mimari kalıntılar, dikili taşlar ve üzerinde kabartmalı yabani hayvan ve bitki figürlerinin bulunduğu taşlar günyüzüne çıkartıldı. Bölgenin önemi ise günyüzüne çıkarılan en büyük tapınma alanını barındırmasıdır.

Günümüze kadar yapılan kazılarda elde edilen bulgular çerçevesinde uzmanlar Cilalı Taş Devri insanının henüz çevresindeki hayvanları evcilleştiremediğini düşünmektedir.

Bölgedeki kazı çalışmalarının her yıl Eylül ayında başladığını ve yaklaşık 10 hafta sürdüğünü anımsatan Doç. Dr. Klaus Schmidt şunları belirtti:

‘Göbeklitepe’deki kazılarda elde ettiğimiz bulgularla, dünyanın bilinen en eski tapınma merkezlerinden birinin bu bölgede olduğunu ortaya çıkarmıştık. Ancak, son kazı çalışmalarıyla tapınma merkezinin dünyanın en büyük tapınma merkezi olduğunu tespit ettik. Yaptığımız araştırmalarda, Cilalı Taş Devrinde yaşamış insanların, yabani sığır, akrep, tilki, yılan, aslan, yaban eşeği, yaban ördeği ve yabani bitki kabartmalarını incelediğimizde hayvanlarını evcilleştiremedikleri sonucuna ulaştık. Ayrıca, dikili taşların (Stel) üzerindeki resimler ve kabartmalar o dönemde yaşamış olan insanların sanatları hakkında bizlere fikir veriyor. Buradaki tapınak, dünyanın bilinen en büyük tapınağı olma özelliğini taşıyor’ diye konuştu.[kaynak belirtilmeli]

Göbeklitepe, arkeoloji dünyasının en büyük keşiflerinden biridir. Çünkü daha şehir hayatına geçmemiş olduğu düşünülen avcı-toplayıcı toplumların tapınak inşa etmiş olduğunu gösteren ilk örnektir ve bu da şehirleşme yani medeniyet tarihinde devrim niteliğinde bir buluştur. Hatta bu buluşu sebeple kazıyı yapan Dr. Klaus Schmidt, “Önce tapınak geldi, şehir sonradan geldi” demiş ve bu sözüyle erken medeniyet tarihine yeni bir açılım getirmiştir.
Bu resimler de size bazı konularda fikir verebilir:






Dünyanın En Gizemli Nesneleri

İnsanoğlu her ne kadar uzaya cıksa da bundan binlerce yıl öncesine ait bazı nesnelerin üzerindeki esrar perdesi hala aralanamıyor. İngiliz bilim ve teknoloji dergisi Focus da bugünün teknolojisiyle bile üretilmesi zor olan gizemli nesnelerden bazılarını tanıttı.



GELECEĞİ GÖREN HARİTA


Dünyanın en gizemli nesneleri

Coğrafya ve harita uzmanı ünlü Türk denizci Piri Reis'in 1513'te çizdiği Afrika, Amerika ve Güney Kutbu'nu gösteren harita, ortaya çıkarıldığı 1929 yılında ortalığı karıştırdı. Çünkü Güney Kutbu'nun keşfi, haritanın çizilmesinden çok sonra, yani 1818'de gerçekleşmişti. Dahası, Piri Reis'in haritası, kıtanın buz altında kalmış sahil kesimlerini de gösteriyordu. Ancak kıta üzerindeki buzlar, haritanın çizilmesinden tam 6 bin yıl önce erimişti.


İKİ BİN YILLIK PİL


Alman arkeolog Wilhelm Konig tarafından 1938'de Irak'ın başkenti Bağdat'ın yakınlarında bulunan 2 bin yıllık pil, bilim adamlarını şaşkına düşürdü. Konig, 13 santimetre boyundaki toprak bir kabın içine monte edilmiş bir bakır silindir, onun etrafındaki demir çubuk ve testinin ağzını kapatan asfalttan oluşan bu nesneyi "dünyanın en eski pili" olarak tanımladı. Pilin 2 volt enerji ürettiği saptanırken, 1800'lü yıllarda modern pili icat eden Alessandro Volta adlı İtalyan kontunun da şöhretine gölge düştü.

TUHAF BİR CİSİM DAHA
Dünyanın en gizemli nesneleri
1900 yılında Girit açıklarındaki bir batıkta araştırma yapan bilim adamları ilginç bir cisme rastladı. Tahta bir muhafazanın içine yerleştirilmiş bir dizi bronz dişliden oluşan bu garip nesnenin kasası, yüzeye çıkarıldığı anda dağıldı ve cihazın içindeki karmaşık yapı ortaya çıktı. Yapılan çalışmaların ardından, bu aygıtın Ay, Güneş ve diğer gezegenlerin konumlarını hesaplamak ve istendiği anda bunların pozisyonlarına yönelik tahminlerde bulunmak için geliştirildiği anlaşıldı.




KRİSTAL KURU KAFA
Dünyanın en gizemli nesneleri
Maya dönemine ait 1000 yıllık bu kristal kuru kafa, tek bir blok kristal üzerine oyma olarak yapılmış. Nasıl yapıldığı hala anlaşılamayan kuru kafanın altından tutulan ışık, doğrudan göz çukurundan yansıyor. Bu teknolojinin bugün bile mümkün olmadığı söyleniyor.


Antik Nan Madol Kenti
Dünyanın en gizemli nesneleri
Pasifik Okyanusu'ndaki Mikronezya adası yakınlarına kurulu antik Nan Madol kentinin inşası, M.Ö 200'de başladı ve 1000 yıl sürdü. 250 milyon tonluk dev bazalt bloklar kullanılarak yapılan bu kent, 100 yapay adayı kanallarla birbirine bağlıyor. Bu kadar bazaltın bölgeye nasıl getirildiği ise hala sır.


Milyon Yıllık Çekiç
Dünyanın en gizemli nesneleri
Tahta sap ve demir tokmaktan oluşan bu çekiç, 1936'da Teksas'ta 400-500 milyon yıllık bir kayanın içine gömülü olarak bulundu. Modern bir aletin tarih öncesi bir kaya kütlesinin içine nasıl girdiği bir yana, çekiçte kullanılan demirin günümüz demirlerinden bile saf olması bilim adamlarını hayrete düşürdü.


HARÇSIZ TAŞ SET
Dünyanın en gizemli nesneleri
Peru'nun Cusco bölgesindeki bir İnka kalesinin etrafını 360 metre boyunca zikzak yaparak saran 9 metrelik setlerin yapımında, tanesi 300 tona varan kireçtaşı blokları kullanılmış. Ancak hiç harç kullanılmamasına rağmen bu kayalar, arasına bıçak bile sokulamayacak kadar mükemmel yerleştirilmiş.


CONCORDE'UN ATASI
Dünyanın en gizemli nesneleri
M.Ö 200'de yapıldığı sanılan bu nesne, 1898 yılında Mısır'da bir lahitte bulundu. Ancak gerçek uçaklar icat edilene kadar ne olduğu konusunda kimse bir fikir beyan edememişti. 1972'de arkeolog Halil Mesiha bunun bir model uçak olduğunu, mükemmel bir aerodinamiğinin bulunduğunu ve kanatlarının Concorde'u andırdığını iddia etti.


GENERALİN KEMER TOKASI
Dünyanın en gizemli nesneleri
M.S. 300'lü yıllarda ölen Çinli general Çou Çou'nun mezarında 1956 yılında bulunan kemerin tokası, yüzde 85 oranında alüminyumdan yapılmış. Ama doğada sadece bileşik olarak bulunan alimünyumun diğer maddelerden ayrıştırılarak tek bir madde olarak kullanılabilmesi ilk kez 19. yüzyılda mümkün olmuştu.

Besmelenin 6 Sırrı


Besmelenin anlamı nedir?
 Besmele Kur’ân’da 114 defa nâzil olan bir âyettir. Bu âyette Allah üç ismiyle zikredilir. Müslümanlar bu âyeti dillerinden düşürmezler ve böylece her hayırlı işte Allah’ın adını anarak Allah’ın kudretine, inayetine ve merhametine sığınırlar. Mânâsı, Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla demektir.

 Bedîüzzaman Hazretleri On Dördüncü Lem’a’nın İkinci Makam’ını Besmeleye ayırır. 

Birinci Sır: Kâinat simasından, yeryüzü simasına, Yeryüzünden de insan simasına; Yani kâinattan insana, yani arştan ferşe bir nuranî satır gibi uzanan kâinatla ilgili üç İlâhî hakikat vardır. Bunlar: 

1- Ulûhiyet, 2- Rahmâniyet, 3- Rahîmiyet.

Kâinatın her yanında, bütün varlıkların birbirlerine karşı yardımlaşmaları, dayanışmaları, birbirine saygı, sevgi ve ilgi duymaları Ulûhiyet mührünün tezahüründen başka bir şey değildir. “Bismillahirrahmânirrahim”de bulunan Allah lâfzı, böyle yüksek tezahürlerle bize kendisini gösteren Ulûhiyet sıfatına bakmaktadır.

Yeryüzündeki bitkilerin ve hayvanların idaresi, terbiyesi ve işlerinin düzenlenmesinde görülen birbirine benzemeklik, uygunluk, düzgünlük, incelik, lütuf ve merhamet ise bize Rahmâniyet imzasını göstermektedir.

Besmeledeki “Rahman” ismi de, Rahmâniyet sıfatına delâlet etmektedir. İnsanın manevî mahiyetinde ve simasında bulunan nezaket duyarlılıkları, şefkat incelikleri ve merhamet pırıltıları ise bize Rahîmiyet sikkesini bildirmektedir.

Besmeledeki üçüncü isim olan “Rahîm” ismi ise Rahîmiyet sıfatına işaret etmektedir.

İkinci Sır: Kur’ân, mahlûkatın bütününe hâkim olan Vâhidiyet içinde akılları boğmamak için, her bir şeyde Ehadiyet cilvesini gösteriyor. Meselâ bütün dünyayı kuşatan güneşi dev cüssesiyle algılamak gayet geniş ve kapsamlı bir nazar gerektirdiğinden; nazarı geniş olmayan kitlelere güneşin zatını unutturmamak için, her bir parlak şeyde yansımaları vasıtasıyla güneşin zatı gösterilmelidir.

—Temsilde hata olmasın— Cenâb-ı Hakk’ın Ehadiyet itibariyle her bir şeyde, husûsan her bir canlıda, husûsan insanın mahiyetinde bütün isimleriyle bir cilvesi bulunduğu gibi; Vahidiyet itibariyle de her bir ismiyle bütün kâinatı kuşatmaktadır.

İşte “Bismillâhirrahmânirrahîm” kelimesi, Cenâb-ı Hakk’ın bütün kâinatı kuşatan Vahidiyeti içinde akılları boğmamak ve kalplere Cenâb-ı Hakk’ın Zatını unutturmamak için Ehadiyet mührünün “Allah, Rahman ve Rahîm” isimlerinden müteşekkil üç mühim kaynağını göstermektedir. Yani bu üç ismin her bir şeyde kolayca görünen tecellîleri ısrarla nazara verilmekte ve kalplerin Cenâb-ı Hakk’ı unutmaması sağlanmaktadır. Bu üç ismin, bir İslâm nişanı olan Besmele içerisinde hayatımıza girmiş olması ve her hayırlı işin başında dilimizden düşürmememiz bundandır.

Üçüncü Sır: “Besmele”, bütün kâinata hâkim olan Rahmet hakikatinin arşına yetişmek için mü’minin elinde bir vesile, bir şefaatçi ve bir miraç hükmündedir.

Dördüncü Sır: Mahlûkatta Allah’ın bir olduğunu gösteren sayısız birlik mühürleri vardır; fakat varlıklar ve sebepler içinde boğulduğunda insan, Allah’ın birliğine akıl erdiremez hale gelebiliyor. Bundan dolayı, her bir varlıkta Allah’ın birlik mühürlerini göstermek gerekiyor. Tâ ki, şaşırmadan Cenâb-ı Hakk’ın varlığına ve birliğine inanmak mümkün olsun.

Varlıklara en cazibedar nakış, en parlak nur, en şirin tatlılık, en sevimli cemal ve en kuvvetli hakikat olan Rahmet ve Rahîmiyet mührü bunun için konmuştur. Bu Rahmetin kuvveti, insana Allah’ın bir olduğu inancını vermeye yeterlidir. İşte “Besmele”, Rahmetten Allah’ın birliğine ulaşan bu sırrın bir adıdır. 

Beşinci Sır: “Besmele” ile insan, manevî simasının işaret ettiği Rahman ismine ulaşır.

Altıncı Sır: Hiçbir şeye muhtaç olmayan Cenâb-ı Allah’ın rahmet hazinesinin en birinci anahtarı “Besmele”dir.

Hızır Aleyhisselam



Ramazan… Cuma günü… Cuma vakti… Cami… Cemaat tek tük camiye girmekte. İmam kürsüde… Girenlerin arasında… O… Hızır… Hızır aleyhisselam da genç ihtiyar arasında onlardan biri gibi gidiyor bir köşeye oturuyor. Kürsüde imam sohbete başlıyor…

 Hızır Aleyhisselâmın yanına kırklarında bir adam gelip oturuyor. Cami yavaş yavaş dolmakta. Adam, bir müddet sonra uyuklar bir vaziyette sallanıyor, ha uyudu ha uyuyacak. Hızır aleyhisselâm adamı dürtüklüyor:

 -Uyuyacaksın, der. Adam: -Uyumam, beni rahat bırak.

Hızır aleyhisselâm ses etmez, ancak ezan okundu okunacak, adam ha uyudu ha uyuyacak, bir daha dürtükleyerek: -Uyuyacaksın dedim, der.

 Adam: -Ben de sana uyumam, beni rahat bırak dedim. Rahat bırak beni. Rahat bırak yoksa, Hızır olduğunu söylerim. Buradan çıkamazsın. Bu kalabalık sakalında bir tel bırakmaz.

 Hızır aleyhisselâm susar ve gözlerini kapar, boynunu büker. Allah-ü tealaya yönelerek: -Ya Rabbim! Bu nasıl iştir. Bu kulun benim kim olduğumu bildi. Bu nasıl iştir ki bendeki listede bunun ismi yok.

 Cevap gelir: -Sana verilen listede beni sevenlerin isimleri var. O ise benim sevdiklerimden…

Mezopotamya Uygarlıkları



Ortadoğu bölgesinde Dicle ve Fırat nehirleri arasında kalan bölgeye mezopotamya denilir. Tarihte bu bölge medeniyetin beşiği olarak kabul edilir. İklim şartlarının elverişli olması ve buna bağlı tarım olanakları nedeni ile pek çok uygarlık bu bölgede gelişmiştir. Sümer, Babil ve Asurlar bu bölgenin büyük uygarlıklarıdır.






Sümerler ; Sümerler, Asya kökenli bir uygarlıktır. MÖ. 3.500 yılında Mezopotamya’ya yerleşmişler ve medeniyet açısından çok ileri bir toplum oldular. Hatta pek çok mezopotamya uygarlığı Sümerlerin etkisinde kalmıştır. Ur, Uruk, Kiş, Eridu, Umma, Lagas önemli şehirleridir. Kent devletleri olarak yaşamışlardır. Yani, her kentin ayrı bir irade ve yönetim şekli vardır. MÖ:2350 yılında, Akatlar, Sümerleri egemenlikleri altına almıştır.


Sümer Dili ve Yazısı





Dünya üzerinde, ilk yazıyı MÖ.3300’lü yıllarda Sümerler bulmuştur. İlk olarak resimsel bir anlatım, daha sonra çivi yazısına dönmüştür. Bu yazı türü daha sonraları, mısırda hiyeroglif yazısına ilham kaynağı olmuştur.  Hindistan, Çinliler derken tüm yazıların atası Sümer yazısıdır.
Sümerler, yazıyı bulduktan sonra Gılgameş destanı gibi büyük bir esere imza atmışlardır. Gılgameş destanı, dünya üzerindeki ilk edebiyat, şiir örneklerindendir. Sümerler, Mezopotamyada büyük bir medeniyet kurmuşlardır. Ulaştıkları gelişmiş medeniyet ile hukuk, mimari, edebiyat alanında çok ileriye gitmişlerdir. Daha sonra hititler, Samiler ve Turaniler bu medeniyetin izlerini taşımışlardır.  Kil tabletlerindeki yazılar incelendiğinde, ari bir dil olarak kabul edilmiştir. Fakat, sümer ve elam dilleri Türkçe ile inanılmaz benzerlikler göstermektedir. Bütün dünya ansiklopedilerini incelediğinizde, Sümerce için yerli bir dil derler. Yerli ve yalıtık yani içine kapalı, izole bir dil olduğundan bahsederler. Sümerce içinde kullanılan cümle ve cümle yapıları, aslında Türkçe ile benzerlik içindedir. Sümer dilini bütün araştırmacılar, Hint ve Sami dilleri ile karşılaştırmışlardır. Ural Altay dilleri ile karşılaştırmanın hiç kimsenin aklına gelmemesinin sebebi, MÖ:3000 yıllarında Mezopotamya’da bir Türk topluluğunun olduğuna inanılmamasıdır. Tarih kitaplarımızda Türk’lerin Malazgirt savaşı ile Anadolu’ya 1071 yılında girdiği yazılmaktadır. Hece yapısı ve sözcüklerde olan benzerlik, iki dilin aynı kökten olduğunu ispatlamaktadır. Örneğin, adda-ata, aga-ağa, kıya-kıyı, es-esmek, gisko-şişko, uiku-uyku, sag-sağ, mesu-meşe, ka-kan, ib-ip, gim-kim, odun-odun, ir-er gibi örnekleyebiliriz. Sümer dili, Türk kökenli bir dildir.  Sümer yazısı, resimsel şekiller ile başlamış, zaman içinde çivi yazısına dönmüştür.
Sümerlerin yarattığı bu ari dil, dünya uygarlıklarına öncülük yapmıştır. Bu nedenle, dünya’da önemi çok büyüktür. Araştırmalar halen sürse de, kökeni bulunmayan bu dil, Türkçemize benzerliği ile şaşırtmaktadır.




Asurlular; Suriye, Filistin ve Mısır’ı topraklarına katarak büyük bir imparatorluk kurdular. Anadolu ile Mezopotamya arasında ticaret yolunu kurdular. Özellikle Kayseri’de bir ticaret şehri inşaa ettiler. MÖ.612 yılında Medler ve Babillerin kurduğu savaşta yenildiler ve Asur imparatorluğu tarihten silindi.





Babilliler ; Babilliler, Hammurabi zamanında çok ileri bir medeniyet oldular. Hammurabi, Sümerliler ve Akatların kanunlarını revize ederek Hammurabi kanunlarını yürürlüğe koymuştur. MÖ.1800′lü yıllarda Hititliler tarafından ele geçirildiler. Kurulan 2. Babil hükümdarlığı, yıllarca Asurluların egemenliğinde kaldı. Medler ile birleşerek, özgürlüklerini kazansalar da, MÖ.539 yılında Persler tarafından tarihten silindiler.




Akatlar ; MÖ. 4000 yılında Arabistan’dan gelerek, Fırat ırmağının yakınlarına yerleştiler. MÖ:2350 yılında Sümer egemenliğine son vererek Akad Krallığını kurdular. MÖ. 2150 yılında Gutiler, Akad imparatorluğunu yıktılar.

Mesnevi’yi okumak



 Mevlana’nın 735. Vuslat Yıl Dönümü kapsamında Mesnevi’den seçilen 11 eserle ruhsal terapi yapılıyor. Dr. Faik Özdengönül “Antidepresan ilaç almadan uyuyamadıklarını söyleyenler Mesnevi’den birkaç hikaye okuduktan sonra rahatlıkla uyuyabiliyorlar” dedi.
Dr. Faik Özdengönül, Mesnevi Öğretisiyle Ruhsal Terapi yapıyor. Özdengönül, Mevlana’nın ünlü eseri Mesnevi’nin baştan başa insanları olgunlaştıran problemlere dayanıklı kılan bir kitap olduğunu kaydetti.

Psikolji ile örtüşüyor

Özdengönül, psikoloji ile uğraşan doktorların Menevi’yi çok iyi bilmesi gerektiğini ifade ederek, “Ben 9 yıldır psikoterapi alanında kendimi geliştirmeye çalışıyorum. Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Ana Bilim Dalında doktora yaptım. Yeditepe Üniversitesi’nde hipnoz ve psikoterapi kurslara katıldım, Psikoterapi Enstitüsü’nde 3 yıl bütüncü psikoterapi eğitimi gördüm” dedi.

800 çeşit terapi var

Dünyada 800 çeşit terapi tekniği olduğunu, ancak davranışçı, bilişsel, dinamik ve varoluşçu terapiler olmak üzere 4 ana gruba indirgenebildiğini belirten Özdengönül, Mesnevi’nin hepsini kapsayan bütüncü yaklaşım sergilediğini ve Mesnevi’de bu ekollerin her birisinin örneklerini görmenin mümkün olduğunu söyledi.
Özdengönül, Mesnevi’nin bir psikoterapi kitabı gibi okunabileceğini de vurgulayarak, şöyle devam etti: “ Mesnevi okuduktan sonra her şeye pozitif bakıyorsunuz. İyiliğini gözeten, her şeyi düzenleyen bir yaratıcı var. Sıkıntıda olsanız bile bu sizin için iyi bir durum olabilir. Baba, bazen çocuğuna onun iyiliği için kızar. Mesnevi her şeyi öyle güzel anlatıyor ki olumsuz düşünecek bir şey kalmıyor. Sorunlar kendiliğinden gidiyor. Biz terapide bunları anlatıyoruz.”

Hadi depresyonunu, fobini bırak

Özdengül, dünyaca ünlü terapist Milton Erickson'un terapi yöntemleri ileMesnevi'de anlatılan hikayelerin bire bir örtüştüğünü vurgulayarak, şunları kaydetti:"Erickson, Amerikan hikayeleri anlatarak insanları tedavi ediyor. Hastaile terapist arasında bir direnç bulunması gerekiyor. Bir insana 'hadi pencereyi kapat' dediğimizde kapatır, ancak 'hadi depresyonunu, fobini bırak' dediğimizde ise aynı şey olmaz. İşte hikayeler insandaki bu direnci ortadan kaldırıyor. İnsanın rahatsızlığını gidermek için bilinç dışı düzeyde telkin vermek gerekiyor.Bunu hikayeler, anekdotlar, atasözleri rahatlıkla yapıyor. Aradaki direnci kaldırıp kişiyi transa sokuyor ve telkinleri daha kolay yapabiliyorsunuz. Mesnevideki hikayeler de bunu yapıyor."Etkinlikler süresince toplam 11 program yapacaklarını, Mesnevi'deki 180 civarındaki hikaye arasından seçecekleri farklı hikayelerle terapi yapacaklarınıdile getiren Özdengül, burada bütüncü bir psikoterapi yöntemi kullandıklarını belirtti. 

MEVLANA'NIN OLMAZSA OLMAZI DUADIR 

Özdengül, terapiye katılanlardan olumlu tepkiler aldıklarını ifade ederek, "programın sonunda niyaz (yalvarma) bölümü koyduk. Mesnevi'de, Mevlana'nın olmazsa olmazı niyazdır, duadır ve yakarıştır. Katılımcılarla birlikte niyaz ediyoruz. Çok iyi geldiğini ve rahatladıklarını söyleyenler oluyor. Antidepresan ilaç almadan uyuyamadıklarını söyleyenler şimdi Mesnevi'den birkaç hikaye okuduktan sonra rahatlıkla uyuyabildiklerini söylüyorlar" dedi. Hedefinin, "bir hazinenin üzerinde uyuduğumuzu insanlara fark ettirmekolduğunu kaydeden" Özdengül, Mesnevi'nin rahatlıkla okunabilecek ve üzerine medeniyet inşa edilebilecek bir kitap olduğunu herkese göstermek istediğini sözlerine ekledi.

Türklere Çaput Bağlama Geleneği


Kaşgarlı Mahmut, Divan-ı Lügat-it Türk adlı eserinde bunu böyle ifade etmektedir:
Bugünün çağdaş Altaylı Şamanistlerin inandığı “İZİ”leri ise Göktürk yazılarında “YER-SU” diye ifade edilirdi. “YER-SU” ruhu, Türk vatanını koruyan bir tür güç kaynağıdır. Bunun aslı da şahıstır. Ona kurban verilmezse insanlara zarar verebilir. Yalnız bu ruhlar, iyi huylu ve kanaatkar olduğu için, bir çaput parçası, bir tutam at kılı, kurban niyetiyle atılan bir taş bile “İZİ”leri tatmin ederdi. Fakat “İZİ”lerin en çok sevdiği şeyde paçavraydı. Altaylı Türkler buna “YALAMA” derlerdi. Yalama iki kayın ağacı arasına gerilen ve üzerine paralar bağlanan bir şerit’e verilen addı. Türkler bu adetlerini Müslüman olduktan sonra da devam ettirdiler. Evliya bildikleri kimselerin türbelerine, yanındaki ağaçlara çaput bağlamayı kutsal saydılar. Çünkü Şaman dininin yapısı buydu.

Nazar ve Hurafeler


Yüzyıllardır toplumumuzda var olan ve belayı defedeceğine inanılan bazı adetler vardır. Toplumun her kesiminde benimsenen bu adetlerin en meşhuru nazar boncuğudur. Nazar boncuğu eğer bir süs olarak düşünülür ve takılırsa o zaman bu bir zevk ve bir tercih olarak telakki edilir. Fakat gelebilecek bela ve musibetlerin, değebilecek nazarların bir boncukla engelleneceği düşünülürse o zaman mesele İslamî inanca kadar uzanır. Zirâ bir hadis-i şerifte: “(Nazar değmesin diye) Kim bir temime takarsa Allah o kimsenin muradını tamam etmesin. Temime takan bir kimseye Allah bir menfaat vermesin.” (Ahmed) buyrulmuştur.
Temime: Arap çocuklarına nazar değmesin diye takılan nazarlık, muska ve tılsım gibi şeylerdir.
Zararı defeden ve kârı getiren ancak Allah’u Zülcelal’dir. Dolayısıyla zararı defeder düşüncesiyle bir şeyin, çocukların üzerine, evlere, arabalara, hayvanlara v.s. şeylere takılması insanı şirk yoluna sevkeder. İslam daha ilk zamanlarda bunları yasaklamıştır. Hadiste zikredildiği gibi, ‘Allah o kimsenin muradını tamam etmesin’ buyruluyor. Yani arabasına boncuk asıp o taş parçasının kendini, çocuğunu, evini veya arabasını koruyacağını zannedenlerin haberleri olsun ki, muradları tamam olmayacaktır.
İbn-i Mesud hanımının odasına girerken boynunda gördüğü (boncuğu) çekip koparmış ve “Allah’a yemin ederim Abdullah’ın aile efradı Allah’ın indirmediğini Allah’a ortak koşmaktan zengin olmuştur.” buyurdu. Ve devamen Rasulullah’tan işittim O şöyle diyordu: “Sara ve sıtma için takılan ağaç parçaları, nazar boncukları ve tevelle şirktir.” buyurdu (İbni Hibban ve Hakim)
Tevelle: Kadının kocasına yaptığı şirinlik muskasıdır.
O halde, nazar boncuğu, iğde dalı, nohut kurusu (üzerlik) v.s. neye inanılıyorsa bunlar aynı cahiliyede insanların taştan veya helvadan yaptıkları ve yardım dilekleri putlar gibi bir taş ve tahta parçasıdır. Müslümanın yardım beklediği taş ve tahta parçası değil, Yaratan’ın bizzat kenisidir.
Müslümana düşen vazife gördüğü hurafeleri üslubunca yerinden indirip, zararı defedebilenin yalnızca Allah-ı Zülcelal Hazretleri olduğunu bildirmek ve haykırmaktır. Unutulmamalıdır ki nazar haktır, yani gerçektir. Onu defetmek için Allah’tan yardım istenmelidir. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’de, “Ve hüve hasir”e kadar Mülk Suresinin baş kısmından üç defa okumanın bir yardım şekli olacağını, böyle yapıldığı takdirde Allah’ın izni ile fayda bulunacağını söyler.
Bazı rivayetlerde nazar için Kalem Suresi’nin son iki ayetinin okunması gerektiği ifade edilmiştir.
Sahabe’nin ve Tabiîn cumhur görüşü nefes ile tedavide bir zarar olmadığıdır.
Kişi Allah’ın izni ile şifanın geleceğini umarak ayetleri ve sahih rivayetlerde öğrendiği duaları okuyabilir.
Eğer kişi bunları okumaya güç yetiremiyorsa örneğin okuma yazması yoksa, çok ihtiyarsa veya çocuksa o zaman bu ayet ve dualar bir kağıda yazılır ve ihtiyaç sahibi bunu üzerinde taşıyabilir. İşte biz buna muska diyoruz. Muskanın yazılması için böyle bir gereklilik olmak zorundadır.
Ayrıca bir muskanın içinde şu üç özellikten biri bulunmak zorundadır:
1- Allah’ın isimleri olmalıdır.
2- Kur’an olmalıdır.
3- Açık bir şekilde yazılmak şartı ile hadis veya dua olmalıdır.
Okunmayan yazılar, anlaşılmayan şeyler, sayılar, harfler, karakterler, yıldızlar asla caiz değildir. Bunları yazanların uyarılması ve icap ederse kınanması gerekir. Üzerinde bu tip rumuzlar ve sayılar olan muskaları taşımak caiz değildir. Zira bunlar insanı şirke iter. (Neylül Evtar)
Tabii ki bu tip şeylerin terkinin evlâ olduğu, nefes etmenin daha sıhhatli olduğu aşikârdır. (Kurtubî)
Rebi, İmam-ı Şafi’ye muskanın hükmünü sorduğunda, Kur’an ve bazı zikirlerin bir sakıncası olmadığı cevabını alır.
Cevşen taşımak hurafe mi?
Bu meyanda Cevşen de konumuzla alakalı diğer bir husustur. Cevşen taşıyanların durumunu iki ayrı şekilde değerlendirmek mümkündür:
1- Kişi Cevşeni içinde bulunan dualar hürmetine takar ve zararı yalnızca Allah’ın defedeceğini düşünürse taşıyabilir. Fakat yazısının tam okunaklı olması gerekir. Eğer okunaklı ve cam içinde ise bunlarla tuvalet v.s. yerlere girilmemesi gerekir.
2- Metropol şehirlerde ve bazı elit kesimlerde cevşen tabulaştırıp kendisinden yardım beklenilen bir kurtarıcı gibi algılanmaya başlamıştır. Bu ise İslam’ın ruhuna aykırıdır.
Bu noktada ulemanın Cevşen hakkında ciddi bir mütalaada bulunması gerekir ve insanlarımıza sağlıklı ve netice vermesi gerektiği kanaatindeyiz.
“Şu halde şüpheden kaçınıp takva ile amel etmek en hayırlı olacaktır.”
Müslümanların zaaflarından yararlanıp onlara anlaşılmayan kağıtları satanlar veya Cevşen satarken Hz. Peygambere bile iftira atanlar tefecilerdir. Zararı defedenin yalnız Allah olduğunu bilip yalnız O’ndan yardım dilemeliyiz. Bir önceki sayıda Cevşen satanların verdiği kağıttan bahsetmiştik. Eğer bu kağıdı vermeyip bu sadece bir duadır deselerdi yarar veren ve zarar defeden yalnız Allah’tır deselerdi Cevşen bu kadar yayılır mıydı?. Tabi ki hayır.
(Fikret Şanlı, www.ilkadimdergisi.com)
Hurafe Örnekleri

1. Bir genç askere giderken evden çıkmadan önce bir dilim ekmeğin yarısını yer, yarısını da geri bırakırsa, artık ekmek onu, çağıracağı için kazaya belaya uğramadan geri dönermiş.
2. Biri yolculuğa çıkarken arkasından aynaya su serpilirse kazaya uğramazmış.
3. Biri gurbete giderken arkasından su dökülürse hem kazaya uğramaz, hem de gurbetten çabuk dönermiş.
4. Bir kişi sabunu başka birine elden verirse, sabun acı olduğu için, acı olaylar görülürmüş veya iki kişi arasına düşmanlık girermiş.
5. Evliliğin ilk günü (gerdek gecesi) erkek veya kadın, hangisi önce uyursa o daha evvel ölürmüş.
6. Bir erkekle bir kadın evlendikleri zaman gerdek gecesi hangisi daha evvel diğerine tokat vurursa onun sözü daha çok dinlenirmiş. En mutlu gecede mutsuzluğa teşvik, bundan daha çok saçma inanç ve âdet olur mu?..
7. Gök gürlerken buğday anbarlanna el ile vurulursa hasat çok olurmuş.
8. Soğan kabuğuna basılırsa fakirlik gelirmiş.
9. Nar taneleri yere düşürülmeden yenilirse cennete girilirmiş.
10. Tarla veya bahçede bitkiler hastalanmış ise, tarla sahibinin güneş doğmadan önce, tarlasının etrafını koşarak dolaşması gerekirmiş.
11. Çeltik ekilen arazinin etrafı eşeğe binmiş bir kimse tarafından Kur’an okunarak dolaşdırsa, o araziye DOLU yağmazmış.
12. At nalı asılan yere nazar isabet etmezmiş.
13. Önünde “beştaş oyunu” oynanan eve fakirlik gelirmiş (Kıbrıs).
14. Otururken ayak sallanırsa alacaklı kapıya gelirmiş (Kıbrıs).
15. Cezvede su içilirse zengin olunurmuş (Kıbrıs).
16. Kefen diken iğne kırılmalıdır. Zira ölümü ve uğursuzluğu celbedermiş (Kıbrıs).
17. Ayakkabılar ters dönerse şeytan üzerinde namaz kılarmış (Kıbrıs).
18. Gece sandık açmak, kendi mezarını açmaktır. Yani ölümü çağırmaktır.
19. Cenaze çıkan ev ile çevresindeki evlerin suları dökülmelidir. Çünkü Azrail kılıcını o sularda yıkar. Sular pislendiği için içilmez olur (Kıbrıs).